8 Şubat 2010 Pazartesi

PS (Pazartesi Sendromu)


Türk pop müziğinin en olmasa da olur yorumcularındandır Mithat Körler. Web adresine baktım şöyle bir yazı var: Müzik; Mithat Körler için bir yaşam biçimidir. Tamam itirazımız yok ama 70’lerden itibaren çıkılan bir yolculuk var ama elde hiçbir şey yok. Küçüktüm vardı, TRT zamanları falan sık sık ekranlardaydı ama bir şarkı dahi olsa hafızamda bir yer edemedi. En son hatta bir albümünde ‘’Ben Varım’’ı yorumlamıştı onu anımsıyorum. İşin ilginci belirli aralıklarla hep albümlerine rastlıyorum. Yine siteleri gezerken denk geldim, bir çalışması daha yayınlanıyor. Üç şarkı iki versiyon şeklinde ‘’Aşk Yalanmış’’ diyor. Adını veren şarkı dışında bilinen ‘’Seni Aşksız Bırakmam’’ ile ‘’Fikrimin İnce Gülü’’ var repertuarda. Yalnız müzikteki ısrarını değil imajındaki ısrarı da koruyor Körler; yıllar geçiyor ama o değişmiyor; haksız mıyım ama işte yıllar geçiyor ama işte herkes değişiyor :) İlgilenenler için yine de albüm bugünden itibaren yerini alacak müzik marketlerde.

Herkes bir albüm yaptı o neden yapmasın mantığı ile bakınca susmak lazım ama aksi halde konuşma hakkımız var. Ben bu tarz durumlarda ortada bir yerde duruyorum. Şimdi Tuğba Özay bir albüm yayınladı adı: ‘’Armoni’’. Çok yeni piyasaya çıktığı gibi henüz sağda solda çok da dile gelmedi ama belli ki önümüzdeki günlerde çok konuşulacak. Hülya’yı, Gülben’i, Petek’i, Demet’i birer kraliçe yapan müzik piyasası neden Tuğba’yı da yapmasın. Albümünde 15 şarkı var. İki şarkı hariç tüm şarkıların sözü, bir şarkının bestesi kendisine ait (ki sözleri cidden şaşırtıcı, aşağıda paylaşacağım) Kapak fotoğrafı ayrıca başarılı. Çok iddialı cümleler kuruyor Özay; bakalım müzik dünyasında nasıl bir yankı bulacak, cidden merak ediyorum.

Haftanın Şarkı Sözü: İçimdeki çocuk yok olmadan gelemez miydin? Transparan beyinlere, tuz biber sözcüklere, müebbet hapisliklere dur diyemez miydin? Günü devirenlere, gülü kemirenlere, çarkı çevirenlere telleri öremez miydin …(Yüreğimin Bekareti)


Bu haftanın son günü yani 14 Şubat’ı bildiğiniz gibi ‘’Sevgililer Günü’’ kutlanacak. Elbette bu durum hemen yapımcıları da harekete geçirdi. Örneğin DMC geçen aylarda albümünü yayınladığı Mustafa Ceceli’nin o meşhur ‘’Hastalıkta Sağlıkta’’sı için dahice bir şey düşünmüş ve bu şarkıyı ve piyano versiyonunu bir CD’de ‘’Sonsuz Aşklar Anısına’’ ibaresi ile yeniden sunmayı akıl etmiş :) Böyle bir şey var mı var işte, tamam özel bir şarkı olabilir ama zaten albümü duruyorken kim neden bunu alsın, alacaktır da ayrı işte. Aynı firma bir de 5 CD’lik ki bu enteresan bir başka özel çalışma daha hazırlamış. ‘’Aşkın Son Şarkıları’’ isimli bu toplama çalışma 66 aşk şarkısını bir araya getirmiş. İçinde bir ben belki de bir siz yokum - yoksunuz anlayacağınız :) İyi ki bir sevgilim yok ve es kaza böyle hediyeler ile karşılaşırsam dünyam falan yıkılır. Yine benzeri bu şekilde yayınlanan - yayınlanacak birkaç albüm daha var. Şaka gibi ama bunlardan biri yine DMC imzalı, tamam tamam bu bahsi kapatıyorum, lütfen :)

O gün malum birçok şehirde, birçok mekanda, birçok alternatif sizleri bekliyor. Titanic Otel’de Demet Akalın’ı dinleyebilirsiniz hatta kendisinden ‘’My Heart Will Go On’’ şarkısını istek de yapabilirsiniz mesela :). Su Ada’da Serdar Ortaç ile ya da Refresh The Venue’de ise Kenan Doğulu ile eller havaya da karşılanabilir. Levent Yüksel ile Balans Jolly Joker diğer bir alternatif olurken Ankara’da iseniz Sertab Erener AGKM’nde sizleri bekleyebilir. Yine Ankara’da; Vedat Sakman’ı Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde, Mor ve Ötesi’ni Dib Sahne’de dinleyebilirsiniz bir o keyif. Sezen şarkıları dinleyelim ve kendimizden geçelim diyenler Life Roof’u seçebilir. Anadolu yakasında iseniz CKM Hayal Kahvesi’nde Jehan Barbur; True Blue'da Jale & Hakan Eren en iyi alternatifler gibi duruyor.

Müziğin Sustuğu Yerden Alternatifler:

Geçen Pazartesi sitemiz yayında olduğu için sendrom yaşamadık :) Geçen bu iki hafta içerisinde birçok film ve dizi izledim. Bakalım ne kadarını sığdırabileceğim. Öncelikle bu Cuma vizyona girecek bir film ki; aynı zamanda da Oscar adayı bildiğiniz. ‘’An Education’’. Gidin, izleyin, keyif alacağınıza eminim. 60’ların Londra’sında bir banliyö ve 16 yaşında (ki oynayan oyuncu 85 doğumlu) bir genç kız. Kendini eğitimine adamış, hayali Oxford’da okumak falan ama bir hayli canı sıkılmış gerek ailesinden gerek yaşam tarzından falan olsa gerek ki karşısına çıkan ilk fırsatı kaçırmak istememiş. David abimiz 30’lu yaşlarında ve de biraz eli işte kaşı - gözü oynaşta ama efendi Allah için. Neyse işte siz devamını getirirsiniz eminimki getirin de. Yine ilginçtir bir başka Oscar adayı ki bu kez bir animasyon ‘’Up - Yukarı Bak’’ bir başka izlediğim yapım. Pixar’ın 375 kişilik bir ekiple hazırladığı bu çalışma gerçekten çok keyifli ve hatta bildiğiniz gibi artık Altın Küre ödüllü. Yaşlı bir baloncu ile doğa kaşifi bir küçük çocuğun yolculuğu; hayallerine ulaşmaları, haz alınmadan başlayan ama sonra dostluğa dönüşen hayatları vs. adeta bitsin istemeden eşlik ettim kendilerine ve de özellikle sonlarına doğru acaip eğlendim. Oskar ödüllerine doğru hedefim tüm adayları yakından takip etmek. Ayrıca tüm bu filmleri ve daha fazlasını bir başka dost adresimiz Muhammed’in Estar Abi bloğundan da izleyebilirsiniz; haklarında neler düşünmüş okuyabilir ve yorumlarınızı katabilirsiniz. Bu film ile ilgili sevgili Özgür'ün yorumu ayrıca dün yerini aldı sayfalarında.

2008 yapımı bir film ‘’Trucker’’ kaldı ki filmi öncelikli izleme nedenim bay Castle olarak da sevdiğim bir oyuncu olan Nathan Fillion’un oynaması. Ama filmde asıl hayran kaldığım kesinlikle başrol oyuncusu Michelle Monaghan (sanırım şimdi de onun başrol filmlerine uzanacağım buradan). Diane kendi halinde bir hayat süren bir kamyon şoförü. O kadar kendi halinde ki yıllar sonra ilk kez çocuğu ile karşılaşıyor. Bu kısmı biraz garip yani bir annenin yıllar sonra çocuğu ile bu şekilde karşılaşması ve ilişkileri hâli; zira film bunun üzerine kurulu elbette ve akışında ilginç sürprizlere gebe. Ve bir diğer keyif aldığım film ki ‘’Children of Men - Son Umut’’. 2027 yılındayız filmde. Dünyadan çocuk sesleri eksilmiş ve son doğan bebeğin üzerinden 19 yıl falan geçmiş. Londra işgal altında bir taraftan kaçak göçmenler, bir taraftan isyancılar, bir taraftan kanun savaşı falan verenler. Derken ne oluyor bir kadının hamile olduğu ortaya çıkıyor ama ciddi anlamda onun korunması gerekiyor. Gerçekten güzel ve akıcı bir senaryo ki ne zamandır izlemek için neden bu kadar bekledim bilmiyorum, çok beğendim. Clive Owen, Julianne Moore, Michael Caine her zamanki gibi olağanüstü bir performanstalar; sıkı tavsiyemdir.

Ama haftamın filmine gelince kesinlikle ‘’Prayers For Bobby’’. Gerçek bir hayat hikayesinden başarılı bir senaryo uyarlaması ve de elbette çok başarılı bir oyunculuk. Zira Sigourney Weaver ismine de kitlendiğimin resmidir artık ki; bugün yarın izleyeceğim ‘’Avatar’’ performansını ayrıca merak ediyorum. Her neyse bu kez de 70’li yılların sonundayız. Bir aile bizi bekliyor ki; başlarda sımsıcak portreler çıkıyor karşımıza ama işin içinde özellikle anne Marry ile oğul Bobby’nin arasında bir çatışma başlıyor sonrasında. Bobby’nin eşcinsel kimliğinden artık emin olması ile birlikte alacağı yol ve değişen ya da değişecek dengeler hayatları bambaşka yerlere sürüklüyor. Filmin özellikle son sahneleri o kadar etkileyici ki; gözlerimden yaşlar ile tamamladığımı söyleyeyim filmi. Mutlaka karşılaşın ve izleyin.

Haftanın Repliği: Gerçekten mi anne? Sevgi böyle bir şey mi? (Prayers For Bobby)

Birkaç film daha var; kaldı ki çok enteresanlar ama daha sırada diziler var; onları haftaya bırakalım. Evet dizi dizi dizilerime gelince öncelikle ‘’Heroes’’ üçüncü sezonu bitirdim, acaip mutluyum zira dördüncü sezonu çok merak ediyordum, hemen bu hafta başlıyorum. ‘’Brothers & Sisters’’ın ikinci sezonuna da aynı şekilde. ‘’Damages’’de üçüncü sezon başladı ama ben biraz biriktirip sonra devam etmeyi düşünürken aylar sonra ‘’LOST’’ adına beklemeyi daha fazla uzatmak istemiyorum. Özlemiştik, kahramanlarımızla buluştuk, ne umduk ne bulduk; kafamız zaten karışıktı, yeniden başa mı döndük? Sarmadı açık olmam gerekirse, nedir bu işkence? Ve geçen hafta içinde iki diziye başladım. Birisi yine tarihten bir sayfa. Bir ‘’Rome’’ hayranı olarak ‘’Spartacus’’ pekala da beni memnun edebilirdi. Gördüğüm kadarı ile bir anda birçok kişi de benim gibi düşündü ve dizi yayınlanan ilk bölümleri ile ilgi gördü. Ben henüz birinci bölümünü izledim ama kesinlikle devam edeceğim, iyi geldi diyebilirim. Dizinin sürprizi Zeyna olarak tanıdığımız Lucy Lawless :) Bu arada tüm bu dizi hastalığını bana bulaştıran Emre’den iki dizi ismi daha aldım. Bir tanesine olasılıkla bu hafta başlarım ama bir diğeri ile tanıştım. ‘’Couger Town’’ 40’lı yaşlarda bir kadının dünyasından renkler sunan bir komedi dizisi. Courteney Cox başrolde; keyifli, zamanın su gibi aktığı bir dizi; tavsiye ederim.


Güzel bir hafta olsun hepimize :)

Hiç yorum yok: