25 Ocak 2010 Pazartesi

PS (Pazartesi Sendromu)


Geçtiğimiz günlerde yepyeni bir albüm yayınladı Fatih Erkoç. Adı ‘’Seher Yeli’’ olan 2 CD’lik ve 26 şarkılık çalışmada Erkoç’u türkülere getirdiği kendine has yorumlarla dinliyoruz. Öyle ki; başta bu duruma ne gerek vardı diye yaklaşmış olsam da dinlemeye başlayınca keyifli bir çalışma ile karşı karşıya kaldığı gördüm. Çoğumuzun ezbere bildiği o tanıdık türkülerin yanında Karacaoğlan ve Yunus Emre şiirlerine de Erkoç tarafından besteler yer alıyor yine çalışmada. ‘’Esmerim Biçim Biçim’’ isimli türküde Erkin Arslan diğer tüm hepsinde İskender Paydaş ve sanatçının kendisi var düzenlemelerde. ‘’İstedim ki, bir anlığın ötesinde, beni tüm cömertliğiyle kucaklayan bu topraklardan aldığım nefesin bir kısmını verebileyim...’’ demiş Erkoç evet hakkını fazlası ile de verebilmiş bu türkülerin.

Yaşar Plak’tan güzel bir sürpriz geldi: Ferdi Özbeğen şarkıları ki; 3 CD’lik tam 39 şarkılık bir çalışma. Yılların başarılı müzisyeni - piyanisti Özbeğen’in yorumu ile sevdiğimiz birçok şarkıyı bir çırpıda çocukluğumda bıraktığı izlerin etkisi ile söyleyebilirim. Örneğin ‘’Kandil’’ içlerinde en özelidir. Düşünsenize sözleri Zeki Müren’e müziğe Selmi Andak’a ait en başta. Bu iki değerli ismin yanında çok değerli diğer isimler de var ki bu liste saymakla bitmez, Aysel Gürel’den Sezen Aksu’ya, Ülkü Aker’den Coşkun Sabah’a; hepsi değerli bu isimlerin Özbeğen yorumlu bu çalışmaları ilk kez bir CD üzerinde yer alıyor. Sanatçının firma ile kayıtlı 12 albümünün de zaman içerisinde yayınlanacağını düşünürsek dev bir koleksiyon ile karşı karşıya kalacağız dönüp baktığımızda.

Haftanın Şarkı Sözü : Cihan Okan - Karım (Söz - Müzik: Sezen Aksu)

Karım, karıcığım gel seni özledim, karım, karıcığım ben seni özledim :)

Barış Manço’yu rahmet ile anmak istiyorum önce ve sonra onun için hazırlanan bir albüme gelmek istiyorum. Zamanında şarkıları Mahsun Kırmızıgül’lü, Hülya Avşar’lı bir kadro tarafından bir albümde yeninden yorumlanmıştı, facia sanıyordum ama şimdi o albümün daha da ötesine gidilmiş ve hatta daha da kötü bir albüme imza atılmış. Lütfen kimse alınmasın hele o çocuklar asla zira her şeyin iyi niyetle yapıldığı ortada zaten Manço başta çocukları çok severdi öyle değil mi? Duygu Korosu isimli çocuklardan oluşan bir topluluk iki ayrı CD halinde sevilen 20 Manço şarkısını bir albümde okumuş. Şahsen gerek var mıydı bence yoktu; peki kim dinleyicisi olacak bu albümün, anneler - babalar çocuklarına mı alacaklar, sanmıyorum ya da keşke. Yani ne gerek var ki bırakın da bu şarkıları dinlediğimiz gibi anımsayalım, çocuklar da öyle anımsasın.

Manço gibi bir başka müzisyeni daha saygıyla analım mı? Bakın bu kez farklı ve olması gereken bir proje var karşımızda. Haziran ayında biliyorsunuz; Atlantik okyanusunda bir uçak düştü ve bir eğitmen - arpist hayatını kaybetti ki; bizden bir değerdi Ceren Necipoğlu. Sanatçının Uluslararası Rio Arp Festivali’nde seslendirdiği repertuarın, öğrencileri ve meslektaşları tarafından seslendirilmiş stüdyo kaydı ve onun çeşitli konserlerden alınmış canlı kayıtlarının yer aldığı 2 CD ve bir kitaptan oluşmakta olan çalışma Kalan Müzik etiketi ile raflarda.

Uzun zamandır sessiz bir firmadan (Erol Köse Prod.) uzun süredir sessiz olan bir isim, Rober Hatemo’nun yeni çalışması, bir maxi single ‘’Mahrum’’ karşımızda. Albümde 2 şarkı ve 4 versiyon yer alıyor. Adını veren çalışmanın sözleri Günay Çoban müziği Niran Ünsal’a ait (ki Niran’ın sesinden de dinledim ama Rober’e daha çok yakıştığını fark ettim). Aynı şarkıda Hüsnü Şenlendirici klarneti ile eşlik ediyor kendisine. Klibi de İzlanda’da buzullar içinde çekilmiş. Şarkı da başarılı, klip de, Rober’in yeni imajı da. Diğer çalışma ise ‘’Hurra’’ adından da anlaşılacağı gibi hareketli bir çalışma; sözlerde Rober’e Alper Narman eşlik etmiş müzikse Erdem Kınay imzalı. Bir albüm olmasını ümit ederdim ama arada gelen bu sürprizi de elbette sevmeden edemedim. Çok özel şarkılar kazımıştır hafızama Rober Hatemo; özellikle ‘’Mahrum’’u hemen aralarına ekledim.

Erol Köse’den bir albüm haberi daha var daha doğrusu kendisinin bir keşfi daha var: Mercan. Albümünün tanıtım şarkılarını dinlemeden önce adlarını duyduğumda birkaç dakikalık şok yaşadım. ‘’Sana Değil Kardeşine’’, ‘’Bekaretim Yok’’, ‘’Sexy’’, ‘’Kowboy’’ ve sıkı durun ‘’Hepsi Gay (Hepsi Şey)’’ gibi isimler siz de nasıl bir albüm itibarı uyandırır. Hayır hayır sandığınız gibi basit türden değil; enteresan bir altyapıda pop - elektro çizgide ve farklı bir vokalde Mercan ama ben pek ısınamadım, belki albümü bütünü ile dinlemem lazım; çok fazla yetinemedim. Ama şurası kesin ki çok konuşulacak bir çalışma ile karşı karşıyayız.

Haftanın Gelini: Hangisi daha güzel, buyrun birlikte seçelim, mutluluklar efendim :)


Müziğin Sustuğu Yerden Alternatifler:

Önümüzdeki Pazar günü bir etkinlik var Sakman Bar’da. 19:30’da başlayacak ve 20 YTL ücretle katılabileceğiniz ‘’Şiir Aşkına’’ isimli bu etkinliği sevgili Zeki Çelik düzenliyor. Yelda Karataş’ın sunumu ile gerçekleşecek gecede çok özel şairler ve müzisyenler sahne alacak. Ahmet Telli, Lale Müldür, Cezmi Ersöz, Altay Öktem, k.iskender, Pelin Batu gibi kalemlere notaları ile Vedat Sakman, Birsen Tezer, Suzan Kardeş eşlik edecek. Kaçırmamalı.

Gelelim haftanın dizilerine. Öncelikle bu hafta belki de biraz soğuklardan, karlardan falan gömüldüğüm evimde hedeflediğim gibi bazı sonlara ulaştım. Örneğin ‘’Dexter’’ı tamamladım. Evet artık beklemek düşüyor yeni sezonu ama anladım ki böyle bir finali daha öncesinde de görmüştüm belki, zira bu kadar etkilenmemiştim. Bu sezon Dexter ciddi anlamda muhteşemdi. İzledikçe kendimi bulduğum ve içlerine dahil olduğum Walker ailesini artık daha bir seviyorum. ‘’Brother’s & Sister’s’’ kesinlikle muhteşem bir dizi ve ben cidden hepsine ayrı aşığım. Daha önümde çok sezon var ama ilk sezonu bitirdim, devamına da ilk fırsatta başlıyorum. Ve ‘’Damages’’ ikinci sezonunu da bir çırpıda bitirdim. Yeni sezonu bu akşam başlıyor ve olasılıkla birkaç gün içinde kavuşacak oluyorum. Yetişebildiğim ve günü gününe o heyecana dahil olacağım için artık daha mutluyum.

Bu hafta harika filmler izledim ve bu yüzden birini diğerinden ayırmam kesinlikle haksızlık olur. Geçen haftaya enteresan bir kadronun enteresan bir senaryosu ile başladım. 2009 yapımı ‘’Armored’’ Türkiye’de Mart ayında vizyona girecek. Matt Dillon, Jean Reno, Laurance Fishburn gibi başarılı oyuncuların başlıca rollerinde olduğu filmde bir grup güvenlik elemanının ortada dönen ciddi bir paranın peşinden koşmaları ve onları bekleyen sürprizler işleniyor. Aksiyonu yüksek ama izlenen çevrelerce kadroya rağmen fazla beğeni almıyor film. Prison Break’ten Sucre, Heroes’dan Peter ise filmin sürprizleri. Bir diğer film ise ‘’Little Miss Sunshine - Küçük Gün Işığım’’. 2006 yapımı filmi izlediğim gün sevgili Muhammed Tiryaki’nin de yorumlarını bloğuna düşmesi bizi bekleyen güzel bir tesadüftü. Sayfasında da filmi yorumladık ayrıca ama şu kadarını diyebilirim ki biraz ters düştük :) Filmi çok beğendim. Zira dört adaylığının sonucu iki Oscar kazanmış aynı zamanda. Bir eski minibüse doluşan bir aile ki birbirinden farklı karakterlerin birbirinden farklı hâlleri onları tek bir hayal için California’ya sürüklüyor. Orada onları bekleyenler filmin en eğlenceli kısmı. Filmdeki küçük yıldız bir hayli başarılı öyle ki; filmin Oscar adayı da olmuş aynı zamanda.

Haftanın Repliği : Little Miss Sunshine - Küçük Gün Işığım

Eğer uçmak istiyorsam bir yolunu bulurum.

Ve iki arkadaş tavsiyesi olarak seyrettiğim iki şahane film. Birisi ‘’Lost in Translation - Bir Konuşabilse’’. 2003 yapımı filmde iki başarılı oyuncu var ki başlı başına filmi götürmeye yetiyorlar hatta artıyorlar. Bill Murray ve Scarlett Johansson. İki Amerikalının Tokyo’da kesişen yolları, bir otel odasında başlayan dostlukları ya da belki de aşkları da diyebilirsiniz ve birlikte kısa sürede keşfedecekleri hayatın diğer renkleri. Çok kaliteli, yormadan kendini izleten, çok başarılı, sımsıcak bir film izlemek isteyenler hiç düşünmesin. Ve sizlerle paylaşacağım son film de yine nicedir elimde ancak sıra bulabildi kendine ‘’Count of Monte Cristo - Monte Kristo Kontu’’. 2002 yapımı film Alexander Dumas’ın kitabından senaryolaştırılmış ki çeşitli yıllarda çeşitli yönetmenlerce de ayrıca çekilmiş. İzlediğim bu versiyonunu da çok başarılı buldum zira en son ‘’The Prisoner’’de hayran kaldığım James Caviezel yine en son ‘’The Tudors’’ dizisinde çok başarılı bulduğum James Frain ile Henry Cavill ve elbette unutulmaz ‘’Memento - Akıl Defteri’’nden Guy Pearce filmin başrollerinde. Dürüst ve çalışkan bir denizcinin, mutlu hayatının bir anda çeşitli entrikalar yüzünden kabusa dönüşmesi ve kendisini bir hapishanede bulması ve sonrası anlatılıyor ki; heyecan dozu yüksek, izlemesi keyifli.

Haftanın Filmi: Divatar :) Bir yerde okudum ki; diva bu afişe çok kızmış, bizi anlayışla karşılasın yayınladığımız için zira biz kendisini çok seviyoruz.


Önümüzdeki Pazartesi ayın 1’i bu sebeple sendrom olmayacak ve yerini sitemiz buluşması alacak. Ötesinde kaldığımız yerden devam edeceğiz ve hatta Şubat ayı içinde çeşitli sürprizlerle sizleri buluşturma çabası içinde olacağız. Karlı ama bir yanda da güneşli bir Pazartesi, tadacağınız her keyif kâr kalsın yanınıza; mutlu haftalar.

6 yorum:

Estar Abi dedi ki...

Öncelikle Kandil'in sözlerinin Zeki Paşa'ya ait olduğunu senden öğreniyorum ki benim için bu çok kıymetli bir bilgi. Çok sevdiğim bir şarkıdır Kandil ve Müren'in de "acaba pop söylesek nasıl olur"lu günlerine denk düşer.

Manço şarkılarının çocuk korosu tarafından yorumlanması ilk değil. Ölümünden bir yıl sonra benzeri bir albüm çıkmış ve hiç ilgi görmemişti. Tutmayan bir projeden ders alınamamış demek ki.

Zeki ağabeyin düzenlediği gecede orada olmayı çok isterdim. İstanbul-dışılığımın kaybettirdikleri haneme bunu da ekleyip şimdiden güzel bir gece olmasını diliyorum.

Küçük Gün Işığı hakkında çok konuştuk ama çok keyifli ve bol spoilerlı bir sohbete evrildi muhabbet:)), ki en çok bu yanımızı seviyorum:))) Lost In Translation, iletişimsizlik temalı filmler arasında en modernist olanıydı ve bu açıdan literatüre çoktan yazıldı ve tabii ki Bill Murray'ın ne denli büyük bir oyuncu olduğu bir daha kanıtlandı. Ayrıca eğer izlememişsen ustanın Groundhog Day/Bugün Aslında Dündü filmini çok seveceğini düşünüyorum.

Kadri Karahan dedi ki...

''Kandil'' gerçekten çok özel bir şarkıdır, ben de çok severim ...

Murray'ın bahsettiğin filmini de hemen araştırmaya başlıyorum ...

Bu hafta izleyeceğim filmler belli aslında bakalım yine denk gelecek miyiz geçen durum gibi :) ...

Estar Abi dedi ki...

Eğer bir Pacino filmiyse muhtemelen denk düşeriz. (bkz: blogum) :))

Kadri Karahan dedi ki...

Gökçeçiçek Paydak'ın yorumudur ...


Uzun zamandır burayı ihmal etmişim..
Özlemişim yazmayı deyip destur varsa gireyim diye dalıyorum müsadenle Kadri'm;
Öncelikle Fatih Erkoç tan başlamak istiyorum; albümü dinledim ve evet sana aynen katılıyorum ne gerek vardı kısmına..Hele o seher yeli beni çileden çıkarmaya yetti de arttı bile..Güzel türküler gençlerimiz bunları öğrensin mi derdiniz, yeni bir şey üretmek mi? Rica edeceğim zaten kimse hali hazırda müziğe para yatırmazken biraz daha yaratıcı olabilirsiniz, hala hörgüçten yemek geçmişe istinaden nasıl olsa alınır demek hem dinleyenleri tembelliğe itiyor hem üreteni.
Düzenlemeler çok keyifsiz bir kere.Fatih Erkoç "lütfen" okumuş gibi duruyor.Emeğe saygı sonsuz olsa da dinleyene de biraz saygı lütfen Fatih Erkoç daha iyisini yapabilirdi diyor bu bahsi kapatıyorum..

Cihan Okan beni ciddi bir hezimete uğrattı tek kelime söylemek istemiyorum.Recep Aktuğ u 100 kere tercih ederim.

Ceren Necipoğlu ile verdiğin bilgi ciddi anlamda çok kıymet verici idi teşekkür ederim bunun için..En kısa sürede edinmek lazım.

Yazdıklarının yanında asıl benim söylemek istediğim 3 film var onun için yazmaya başladım aslına bakarsan.

3 günde 3 film ve hiç boş yok.Sondan başlıyorum.

1-todo sobre mi madre,tipik almodovar filmi filmin ilk 10 dakikasında gözler sulanmaya başlıyor filmin sonunda mendiller dağ gibi olmuş oluyor.. Aykırı hayatların karakterleri bu kadar mı naif anlatılabilir.Kadın dünyasını o yönetmen kadar kim bu kadar iyi anlatabilir ki..

2-Legend of 1900 ben böyle bir hayat hikayesi görmedim,tahayyül etmesi bile imkansız bence Tim Roth zaten harika ama konusu ve müzikleri insanı çarpıyor okyanusa yani hayata nerden baktığınıza ait bir film..

3-le scaphandre et le papillon; gerçek bir hayat hikayesinden oldukça gerçek bir film yapılmış..Sadece yaşayan tek gözü olan bir insanın gözünden hayatı aşkı sevgiyi babalığı anlamak ve sanırım elimizdekilerin kıymetini bilsek iyi oluru söyleyen bir film

her 3 filmin müzikleri için söylenecek tek kelime mükemmel..


little miss sunshine ise en favorimlerindendir,hem hüznü hem neşeyi ve en önemli hangi şartta olursa olsun özellikle kaybetmeyi öğrenirkende aile olabilmeyi gösterebilen bir film.Steve Carell'i The office den beri zaten seviyordum o filmde aştı gözümde..

Tokyo da geçen o saçma filmi tek kelimeyle geçerim gereksiz! bir Amerikan propagandası 2.dünya savaşının bir özrüdür nazarımda..

Ezel olmadan olmaz zaten değil mi:)hele şu dizi bir bitsin kitabıda tekrar okuyacağım, filmide tekrar izleyeceğim:)

Diziler için sen ayrı bir konu başlığı açmalısın sevgili Kadri burda ne yazsam kelime sayısına takılacak şimdilik bu kadar ama daha çok var bu arada söylenecek kelam...

Sevgilerimle..

Kadri Karahan dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Kadri Karahan dedi ki...

Müzik adına bu hafta aynı şeyleri düşünmüşüz ne güzel ...

Zira hemen hemen filmlerde de öyle.''Todo Sobre mi Madre'' yi kaç kere izlediğimi sayamadım mesela ama diğer bahsettiğin filmler ile de hemen tanışma fırsatı bulamadım, şimdi bir sebebim var bu durumda ...

Dizi konusunda da evet hatta ayrı bir blog falan düşünüyorum zira kapıldık bir kere bu sevdaya ve de sonumuz hiç iyi değil mi acaba :) ...