4 Ocak 2010 Pazartesi

PS (Pazartesi Sendromu)


Single olayı geçen yıl itibari ile ülkemizde ciddi bir artış gösterdi. Çok fazla gerekli bir şey değil bence bu durum. Belki yıllardır yurt dışında doğru kullanıldı ve kabul gördü ama bizde tam anlamı ile oturmadı. Ziynet Sali bundan birkaç ay önce zaten birkaç ay önce çıkan albümüne bir yeni şarkı ekledi ve piyasaya sundu. Şimdi bir single daha yayınladı ‘’Rüya’’ adı ile ki Sinan Akçıl çalışması, iki ayrı düzenleme ile DMC’den çıktı ve fiyatı 7.50 YTL. Şarkıya itirazım yok ama sonra da internetten şarkı indiriliyor diyoruz bilmem ne falan deniliyor, garip karşılıyorum bu durumu.

Bir de mini albüm olayı var. Maxi single deniliyor bu duruma da. Çocuklar Duymasın dizisinin Havuç karakteri Furkan Kızılay büyüdü ve 19 yaşında oldu. İki yıldır müzikal eğitim almış ve de ‘’Aşksın Sen’’ isimli bir çalışma ile de görücüye çıkmış bugünlerde. Aydın Sarman ve Burcu Güven prodüktör ve sözlerde bestelerde imza da aynı zamanda. Pop rock tarzında hazırlanan bu albümden küçücük de olsa bir elektrik almak mümkün değil gibi görünüyor ama elbette yolun çok daha başında olan bir isme de pek yüklenmemek gerekiyor.

Haftanın Sözü:

Hadise’nin çorap reklamı yüzünden çorap giyemez oldum. Öyle kalın bacaklarla çorap mı tanıtılır? O kalın bacakları gördükten sonra artık çorap giyemez oldum. Bundan dolayı da sık sık hasta olup duruyorum.

Aylin Coşkun (‘’Tam Zamanı’’ isimli maxi single çalışmasını bir polemik yaratmadan tanıtmak olmazdı tabi ki)

Bugüne kadar başta eşi Funda Arar olmak üzere Nilgül’den Yonca Lodi’ye birçok başarılı isme birçok başarılı bestesi ile hayat verdi ve şimdi sıra kendisine geldi. Aynı zamanda aranjör ve de prodüktör olan Febyo Taşel önümüzdeki hafta müzik marketlerde yerini alacak olan bir enstrümantal albüm hazırladı. ‘’Melez Miras’’ ismini verdiği çalışmasında 15 şarkı yer alıyor ve ‘’Kabuk’’ isimli çalışma için Mardin’de bir de klip çekiliyor. Bestelerini keyifle dinlediğim müzisyen bakalım bu albümü ile bizlere nasıl bir renk getirecek.

Geçen yılın son günlerinde uzun bir aradan sonra yayınladığı albümü ‘’Benim Adım Orman’’ ile kendisini özlediğimizi hissettiğimiz Şebnem Ferah cephesinde hareketlilik başladı. Sanatçı albümünün gala konserlerine bu ay içinde başlıyor. İlki 09 Ocak tarihinde Bostancı Gösteri Merkezi’nde gerçekleşecek ve 17 Ocak tarihinde İzmir Atlas Pavyon, 22 Ocak tarihinde Ankara Anadolu Gösteri Kongre Merkezi konserleri ile de devam ettirecek. Yepyeni şarkılara o unutulmayan şarkıları da eklenince nasıl bir konser olacağı şimdiden belli; kaçırmamalı elbette.

Haftanın Şarkısı: Vedat Sakman - Aralık

Yılbaşı akşamı canlı canlı da dinleme şansını buldum. Mehmet Teoman sözler, Vedat Sakman müzikler olarak bir konsept albüm düşünülmüş 12 ay adına 12 şarkı olarak. Kim için hazırlandığını netice de artık olmayacak bile olsa buradan söylemeyeceğim ama ‘’Şubat’’ isimli şarkıyı Mustafa Ceceli’nin ‘’Ben O Değilim’’ adı ile okuduğunun altını çizeceğim. Yani umudum bu projeyi Sakman’ın kendi adına yapması ayrı eğer olmayacaksa da bu şarkılarla bir an önce buluşmanın bir başka yolu olmalı.

Müziğin Sustuğu Yerden Alternatifler:

Sendrom epeydir yazılmadı hali ile bu sürede birçok film izlendi. Sinema dünyası bildiğiniz gibi çok hareketli ama ben bir türlü dahil olamıyorum zira evde DVD keyfi yapmaktan daha büyük keyif alıyorum. Yine de Fatih Akın’ın son filmi için sanırım bekleyemem o süreci ayrı. Geçen haftalarda izlediğim filmleri sıralamaya başlıyorum hemen ve ilk sırayı iki gerçek hayat hikayesine bırakıyorum. ‘’Milk’’i çok beğendim, nicedir izlemek istiyordum ki Sean Penn zaten çok sevdiğim bir oyuncu zira buradaki rolü ile Oscar ödülünü de hani boşu boşuna kucaklamamış. Harvey Milk; Amerika’nın eşcinselliğini gizlememiş ilk politikacısı kaldı ki yaşam hikayesi ile bir filme konu olmak için geç bile kalmış. Filmde oynayan diğer oyuncuların gerçek hayattaki karakterlere ne kadar çok benziyorlar; bunu filmin sonunda görebiliyorsunuz, ayrıca hayran kaldım; çok başarılı. Diğer izlediğim bir filmden ise açıkçası çok şey ummuşum zira Tom Hanks ve Julia Roberts olmasa zaten izlemezmişim. Afganistan’daki Sovyet işgali sırasında komünizme karşı direnen mücahitlere silah ve finans desteği sağlayan Teksas’lı bir kongre üyesinin gerçek yaşam öyküsü ‘’Charlie Wilson’s War - Charlie Wilson’un Savaşı’’. Ama inanın sıkıcı ve çok uzun repliklerden öte sürükleyiciliği az tamamen zaman kaybı. Son yıllarda çok başarılı bulduğum iki oyuncu olan Penelope Cruz ve Javier Bardem ne güzel ki ‘’Vicky Cristina Barcelona - Barcelona Barcelona’’da buluşmuşlar onlara Scarlett Johansson eşlik etmiş, kaldı ki film Woddy Allen imzalı e yakalanmalıydı. Kaderleri kesişen üç insanın karmaşık aşk hikayesi, çok basit gibi görünen ama bir hayli sürprizlerle kendini sürükleyen filmi sevdim.

Bir arkadaşımın bana getirdiği filmlerdendi biri ‘’Gamer - Oyuncu’’ydu ki yine oyuncularımdan Gerard Butler vardı sonra ‘’Dexter’’ım Michael C. Hall tüm aksiyona rağmen uyumamak için zor tuttum kendimi filmde. Butler’ın yine başrolünde olduğu ‘’Butterfly On A Wheel - İhanetin Bedeli’’ ise kısmen keyifliydi. Kısmen diyorum zira filmi izlerken çok şey mantıksız geliyor ama sonuna doğru düğümler çözülünce kurulan bağ devreye giriyor ve durum anlaşılınca her şey mantıklı geliyor. Türk sinemasının son yıllarda vizyona giren iki filmi ise tam anlamı ile beni büyülüyor. Biri yıllar sonra Tarık Akan ile Şerif Sezer’i yan yana getiren ‘’Deli Deli Olma’’ ki yönetmen Murat Saraçoğlu muhteşem bir film çıkartmış ortaya. Kahkahalar ile göz yaşları birlikte tamamladım bu filmi ve filmin tüm oyuncuları zaten muhteşem ama küçük oyuncularını ayrıca ayakta alkışladım. Mişka ile Popuç’un hikayesi, karların içinde sımsıcak bir aşk - dostluk hikayesi. İkinci bir defa bile çok arayı açmadan seyredebilirim. DVD’si bu film gibi yeni raflarda yerini alan ‘’Gölgesizler’’ biraz daha enteresan. Yıllar önce ilk şiir kitabını yayınladığında tanışma şansını bulmuştum, bu filmin yapımcısı aynı zamanda başlıca rollerinden birinde Hakan Karahan. Senaryo ve yönetmen koltuğunda Ümit Ünal, diğer rollerde Selçuk Yöntem’den Arsen Gürzap’a, Ahmet Mümtaz Taylan’dan Altan Erkekli’ye dev bir kadro var. Bir uzak bir yakın, bir şehir bir köy, bir kaybolma bir var olma hikayesi ama sürüklüyor, ama dikkatleri çekiyor. Filmin müziklerinde Candan Erçetin imzası var ki zaten öne çıkan şarkısı ‘’Ben Kimim’’ bile filmi bütünü ile anlatmaya yetiyor.

Haftanın Repliği:

Hızlı uçan kelebeği kim ehlileştirdi, ben yaptım ... ''Butterfly On A Wheel - İhanetin Bedeli'' ...

Dizilerde de heyecan sürüyor. ‘’Heroes’’ üçüncü ‘’Damages’’ ikinci, ‘’Brother’s Sister’s’’ birinci sezonları ile bitti bitecek ben de. Hatta bu hafta gel de tamamla diyorum kendime. ‘’Castle’’ ve ‘’Life’’ ilk sezonları ile bitti, ikinci sezonlarına başladım bile. ‘’Desperate Housewives’’ ve ‘’Flashforward’’ muhteşem bir bölümle sezon arası verdiler ve heyecanım dorukta. ‘’Dexter’’da zira öyleydi ama onun yeni bölümlerine bu hafta başlıyorum. Bir de yeni diziye başladım ki elimizde on bölüm var ve ben yarıladım hatta. ‘’Hung’’ orta yaşlı, terk edilmiş, beş parasız bir adamın bir jigolo olması ile değişen hayatını anlatıyor. Öğrendiğim kadarı ile e2’de de yayınlanan dizi senaryosunun yanında oyunculuğu ile dikkatleri çekiyor ki 17 Ocak’ta Altın Küre ödülleri verilecek bildiğiniz gibi ve iki dalda adaylığı var. Adaylara şöyle bir baktığımızda en iyi drama dizisinde favorim elbette ‘’Dexter’’, kadın oyuncu dalında ‘’Damages’’le Gleen Close, erkek oyuncu dalında ‘’The Mentalist’’le Simon Baker olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim. Zira diğer hiçbir aday diziyi izlemedim ya da oyuncularının performanslarını bilmiyorum ayrı. Bu arada dün gece itibari ile bir dizi daha kapımı çaldı, e onu da anlatmak haftaya kaldı.

Gece başlayan kar bugün yerini kuru bir soğuğa bıraktı. Ama sımsıcak bir güneş var, görebilen ve hissedebilen herkes için; tutunmak adına o renge. Yeni bir yılın ilk Pazartesi günü, İyi haftalar herkese.

5 yorum:

dizi günlükleri / Bilir Kişi Raporu dedi ki...

Pazartesi Sendromu yazılarını çok seviyorum. İnsanda sendrom bırakmıyor valla :)

gokciceks dedi ki...

Pazartesi Sendromlarını sevgili Kadri'nin penceresinden kültürel ve sosyal hayatımıza açılan bir pencere olduğu için çok severek takip ederim.. Önceleri olan o esprili söylemini bırakıp ciddi ciddi bir ajanda haline çevirdiği için pek bir yorum yapamaz olmuştum.
Fakat bu haftaki PS de hep aklımda olan ama zamanında izleyemediğim bir filmi "deli deli olma"yı konuk ettiğini görünce dayanamadım..
Son dönemlerde ciddi anlamda bir sinema düşkünlüğüm hasıl oldu.Ama nedense Türk filmlerine ayrı bir özenli ve itinalı yaklaşıyorum.. (yahşi batı ve ivedik yada polat türevleri hariç)
Bir çok örneğini izlemeye destek vermeye ve fikir dinmeye ihtiyaç duyuyorum kaldı ki herkesede bunu ivediklikle öneriyorum..
Gelelim deli deli olmaya ama ben filme zaten deli olmuş durumdayım..İzlemeyi bitirdiğim andan beri gözyaşlarım sel oldu akıyor durduramıyoruz efendim:)Tarık Akan ne güzel yaşlanmış demekten( saçma siyasi söylemlerindense onu sinemada izlemek hala çok büyük bir keyif ayrıca) Şerif Sezer'in o delici ve derin bakışlarını görmekten,Levent Tülek'in işte şimdi oldu dediğim oyunculuğunu izlemekten ve o muhteşem çocuk oyuncuların karşısında saygıyla eğilmekten kendimi hala alamıyorum.Müzikler içinse hiç bir diyeceğim yok.Zaten ödülünü aldı.Hoş her ödül bu tür filmler için az bile..
Diyeceğim sağol Kadri'm bu filmi izlememe vesile olduğun için ve o filmde emeği geçen herkese..
Bu arada söyleyecek çok fal var ama karakter sayısına takılıyorum :)
Sevgiyle.

Kadri Karahan dedi ki...

Sevgili Gökçe, ben teşekkür ederim, ne güzel ki yalnız değilim ve benim gibi aynı düşünen dostlara sahibim, bu renkle daha nice sendromu birlikte yaşayacağımıza eminim ...

ve sevgili dizi günlükleri / Bilir kişi Raporu sizi daha sık görmek, okumak istiyoruz sayfalarınızda :) ...

gokciceks dedi ki...

Sevgili Kadri ile iki gece üstüste PS de buluşmma vesile olan yine sinema yine Türk filmleri(hoş biz onla ne diziler ne albümler devirdik ama bu haftaya özel bir durum hasıl oldu)
Dün ne kadar deli deli olmayı beğendiysem bugünde o kadar Gölgesizleri beğenmedim beğenemedim..
Romanı okumadım ama kesinlikle okumam gerektiğine kani oldum bu en azından Hasan Ali Topbaş ve benim için iyi bir şey.Ama film bende tam bir hayal kırıklığı yarattı.
Oyuncu seçimleri yada aslında sadece müzik için bile katlanılır bir seyir halinde olan bu görselliği sevmedim sevemedim.
Meteforların sinema tekniğinin azlığından sanırım yeteri kadar yansıtılamadığını düşünüyorum.Oda izlerken bütün keyfimi kaçırdı açıkçası..Devletin imgelendirildiği sahne, yada gerçek üstü aşkın betimlendiği sahne gibi sayabileceğim bir kaç sahne dışında ben filmde bir hikayeyi kavraya bilme durumu bir bütünlük göremedim.Ulak vari zamansızlığı güzel tanımlamaya çalışsada yönetmen O şehirdeki berberin bana İstanbulu çağrıştırması sebebiyle bende bütün ipler koptu üstüne kaçırılan kızın Belgrad ormanlarında ne zamandan beri ayı yetişiyor dememe sebep verdi..
O sebple sevmedim sevemedim Görsellik, oyunculuk,müzük ve iyi niyet dışında kötü bir film..

gokciceks dedi ki...

edit:imla:))
Okuyan herkesten özür dilerim:)