8 Mart 2010 Pazartesi

PS - Pazartesi Sendromu

05.03.2010 yani geçtiğimiz Cuma. Onlar ve dinleyicileri kuşkusuz bu tarihi unutamayacak çünkü Gripin’in yeni albümlerinin adı bu. Grup tarafından bir olgunluk albümü olarak tanımlanan bu çalışma bugünden itibaren müzik marketlerdeki yerini alacak. Üç yıllık bir aradan sonra bu kez Avrupa Müzik etiketi ile buluşturdukları bu albümünde grup bir hayli iddialı; dinlemedim ama heyecanla bekliyorum ben de bu buluşmayı. Bildik enstrümanlarının yanında bu kez albümlerinde buzuki, kemençe, bendir, asmalı davul gibi enstrümanlarda kullanan Gripin’in bu çalışmasında bir de cover yok değil elbette. Nilüfer’in unutulmayan şarkılarından biri olan Adnan Ergil bestesi ‘’Yolcu Yolunda Gerek’’ bu albümde yorumlanmış yine. Her açından kendi milatları olarak tanımladıkları bu albümü dinlemek için geç kalmamalı öyleyse.

Haftanın Piştisi: Fevgo

Gripin’in bu albümünde yer alan ‘’Durma Yağmur Durma’’yı anımsayacaksınız belki. Haris Alexiu’nun yorumladığı Fevgo ne tesadüftür ki yakında çıkacak Emre Aydın albümünde de ‘’Beni Unutma’’ adı ile yorumlanmış. Durdular durdular kaç yıllık şarkıyı aynı anda buldular.

Gripin ne kadar gerekli bir grupsa Hepsi’de o kadar gereksiz bir grup. Onların yeni çalışmaları ‘’Geri Dönüşüm’’de yarından itibaren müzik marketlerde. Büyük bir ihtimalle bu albümü almak için sabah sabah koşacak bir sürü kişinin olacağını biliyorum çünkü ciddi ciddi bir hayran kitlesinin var olduğunu görebiliyorum. İlk albümlerindeki belki bir iki şarkı dışında kendilere hiçbir zaman ısınamadığım bu şirin (!) kızların yeni albümü için yine enteresan bir şeyler düşünülmüş. Örneğin albüm 96 sayfalık bir dergi ile sunulmuş, bir de poster varmış içinde, elimize aldığımızda ne demek istediklerini daha iyi anlayacakmışız. Ben almayayım ve anlamayayım. Bu üç cıvıl cıvıl, enerji dolu kız isyan ederse ne olurmuş? ‘’Yeter’’ derlermiş; e peki biz ne diyelim?

İlk albümü ki biz de kaset olarak da vardı ‘’Sen Sözden Anlamaz mısın’’ ile 1984 yılında müzik dünyasına merhaba dedi Cengiz Kurtoğlu ve o günden bugüne dinleyicisini hep buldu ve tarzının sevenlerine unutamayacakları birçok şarkı sundu. ‘’Duvardaki Resim’’, ‘’Liselim’’, ‘’Sensiz Kutladım’’, ‘’Gelin Olmuş Gidiyorsun’’, ‘’Hain Geceler’’ vs. ilk anda akla gelen şarkıları arasında. Sanatçının 20’nci albümü ‘’Sessizce’’de bugünden itibaren müzik piyasasındaki yerini alıyor. Albümün sürpriz şarkısı ve hatta bununla da kalınmayıp ilk klibin de çekildiği şarkı bir Yıldız Tilbe bestesi ‘’Ummadığım Anda’’. İsterseniz o sizdeki tadı ile kaldın isterseniz bir de Kurtoğlu yorumu ile dinleyin size kalmış ama ben ilk seçeneği tercih edeceğim elbette.

Hepsi bir yana bu haftanın en enteresan albümü ‘’Her Devrin Devleri’’ bir yana sanırım. Sözler ve müzikler Selahattin Erhan’a ait (bir tanesi Yunan bir müzisyene). Bir dönemin starları ile günümüzün starları birlikte düet yapıyorlar bu albümde. İlginç buluşmalar var bu çalışmada ki bu anlamda ilgi çekici. Gökben ile Mustafa Sandal düet yapıyor örneğin Atilla Atasoy sesini Yıldız Tilbe ile buluşturuyor. Beraberinde şöyle bir bakmamız gerekirse Alpay & Funda Arar, Yeşim & Mirkelam, Salim Dündar & Zerrin Özer, Berkant & Işın Karaca,Tülay Özer & Kıraç, Asu Maralman & Gökhan Tepe, Nur Yoldaş & Ege ve Selçuk Ural & Yeşim Salkım. Merak ettiniz değil mi? Ben fazlası ile heyecanlandım; şarkılar da güzelse eğer değmesinler keyfimize.

Haftanın Düeti: Özgür Akkuş & Gökhan Türkmen - Kayıp Şehir

Birkaç haftadır sıkılmadan dinliyorum, yoksa siz dinlemediniz mi?

Bugün 08 Mart ve tüm dünya emekçi kadınlarının bugünü kutlu olsun. Geçen yıl Türkiye’nin en güçlü kadın sesleri yan yana gelmişti ve ‘’Güldünya Şarkıları’’ başlığı altında bir konser vermişti anımsarsınız. Bu yıl bu konserin ikincisi gerçekleştiriliyor ve bu kez sahnede kadınlar için erkekler şarkı söylüyor. Cihan Okan, Ferhat Göçer, Kenan Doğulu, Mirkelam & Kargo, Teoman, Yalın ve Yüksek Sadakat bu akşam saat 21:00 itibari ile Lütfü Kırdar UKKS’de. Sanatçılara geçen yıl olduğu gibi Behzat Gerçeker yönetimindeki ENBE Orkestrası eşlik edecek ve konserden elde edilecek gelir Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı’na aktarılmak üzere Aralık Derneği’ne bağışlanacak. Bu vb. çizgide konserlerin devam etmesi ve günün ya da günlerin daha çok anlam kazanması temennisi ile söyleyecek çok şarkı var daha.

Haftanın Konseri: Sema yani taş plak sesli hüzünlü kadın da bu akşam şarkılarını kadınlara ayırıyor ve İstanbul İKSV’de sahne alıyor.

Ve Manga. Eurovision şarkımız geçtiğimiz hafta içerisinde nihayet açıklandı ve hemen hemen her yerde yazıldı, çizildi ve de klasik sendromlar başladı. Yine Türkçe - İngilizce tartışması, yine alıntı - çalıntı meselesi aman tanrım sıkılmadınız mı bu klişelerden yahu. Bir de Manga’ya gelen kişisel eleştiriler var ki yok tarzından taviz verdi, yok ne gerek vardı, şu bu? Ben de katılmalarını onaylamadım ama elimizden gelen bir şey yoktu ve de durumu kabullendim. Kaldı ki şarkımız ‘’We Could Be The Same’’ kötü de değil; grubun çizgisinde olmayabilir ama Eurovision konsepti içinde pekala da bizi başarı ile temsil edebilir; şahsen ben beğendim. Üstelik şarkı üzerinde kuşkusuz düzenlemeler olacaktır ve belki daha farklı şekilde karşılaşacağız hiç bilemeyiz. Şu çok bilmiş yanınızı bırakın diyorum hakkında sırf konuşmak için konuşan bazı antipatik kişilere. İşte bu vb. haller yüzünden sıkıldım bu süreçten. Eskiden ne güzel, ne kadar az kişinin umurundaydı bu yarışma ve ne kadar samimiydi her şey; özlüyorum. Manga adına başarılar; Türkiye adına başarılar. Yarışma sürecine kadar sadece olanı biteni izlemekle yetineceğimin altını çiziyorum.

Haftanın Kültür Mantarı: Deniz İnceoğlu

Cumartesi günü Hürriyet Keyif’te durumu gayet güzel özetlemiş aslında ama şu cümlesine katılmıyorum. Demiş ki ‘’Manga, kariyerindeki farklı duruşu bilen Türk izleyicisine bu şarkıyı nasıl anlatacak bilemiyorum’’ Bence anlatma mecburiyetleri yok; bir sanatçıyı ya da grubu sevmek onu bütünü ile kabul etmektir biraz da. Farklı duruş yani bu kısmı da anlamıyorum; kabul ediyorum duruş sanatın her alanında biraz olması gerekendir ama asla onun dışına çıkma gibi bir duruma da izin vermemek değildir. Bir de biraz darbuka durumuna takılmış. Elbette Türk ya da yerel motiflere yer vermek isteyebilir ve hiçbir sakıncası yoktur bu durumun, sırf buna yer verdi diye ben hayranı isem bu beni itecek mi hani?


Müziğin Sustuğu Yerden Alternatifler:

Ve dizilere gelince nihayet ‘’The Mentalist’’in ilk sezonunu bitirdim. ‘’Brothers & Sisters’’ın ikinci sezonuna başladım. Derken ‘’Heroes’’un sanırım son sezonu beni sarmadı ki hız kestim ve bu arada ‘’Desperate Housewives’’, ‘’Life’’, ‘’Castle’’ ve ‘’Spartacus’’ gibi dizilerden gittim ve bir drama ile daha karşılaştım geçtiğimiz süre içinde. ‘’The Good Wife’’ ki izlediğim iki bölümü ile sıkı bir çıkış gösterdi bende. Seçkin bir politikacının karısıyken aldatılan Alicia karakteri üzerine kurulu bu dizi var karşımızda ve bir kadının kaldığı yerden yeniden başa dönmesi; eski mesleği ile buluşması kısacası hayat mücadelesi anlatılıyor. Bu mücadele içinde bir kadının birçok portresi ile buluşurken her bölümde mahkeme koridorlarına taşınıyoruz ve bir de çözülmekte olan bir davanın seyrini izliyoruz. Bugün kadınlar günü; kutlu olsun Alicia; sanırım hayranlarından biri oluyorum.

Geçen hafta sendrom yazmadığım için iki haftadır da ara verdiğimizden filmlerim bayağı bir birikti. Bu arada öncelikle sabaha karşı Oscar ödülleri sahibini buldu. ‘’En İyi Film’’ yani son kategoriye kadar izledim töreni ve daha fazla dayanamadım, uyumuşum. Geçen günler içinde ‘’Avatar’’dan ‘’The Hurt Locker’’e birçok filmi izlemiştim ve görüşlerimi Muhammed’in blog sayfasında yazmıştım. Finaline kadar sürpriz değilmiş meğerse yarış ya da biz ‘’Avatar’a çok kitlenmişiz. Bir ilk ki; tarihinde akademi bir kadın yönetmeni başarılı buldu ve Kathryn Bigelow'u seçti ve zaferini ilan etti dünyaya. Dünya kadınlar gününde başka bir hediye olamazdı kadınlara.


Ve izlediğim filmlere gelince aklıma geldiği sıralama ile şunları sayabilirim. Fatih Akın’ın yapımcılığını üstlendiği ve başlıca rollerinde ki benim şirin oyuncularımdır Denis Moschitto ve Moritz Bleibtreu’nun oynadığı zengin hayalleri kuran bir gencin bu sebepten uyuşturucu dünyasına bulaştığı ve de içine iyiden iyiye karıştığı durum anlatılmış. Amacı gençlik sorunlarına dikkat çekmek olan filmi sıkılmadan, keyifle izledim. Haftanın Michelle Monaghan kuşağında izlediğim bir filmse ‘’Gone Baby Gone - Kızımı Kurtarın’’. Monaghan’ın başrolünü bu kez pek beğenemesem de Ed Harris ve Morgan Freeman adına aynı şeyleri söylemem mümkün değil. Yönetmenliğini Ben Affleck’in yaptığı filmde bir diğer başrol de kardeşi Casey Affleck’in. Öncelikle yönetmen Affleck başarılı ama kardeş içinde pek biçilmiş bir rol değil zira zayıf kalmış bir oyunculuk ya da karaktere uyulmamış bir portre. Velhasıl filmi sevme sebebim konusu öyle ki zaten bir romandan uyarlanmış film. Küçük bir kız çocuğu kaçırılıyor ve bulması için iki dedektif tutuluyor. Dedektifler polislerle işbirliği yapıyor ve arayış başlıyor ama ne sürprizlerle; filmin de en güzel yanı bu zaten içinde yer alan, şaşırtan sürprizleri.

Ötesinde izleyebilirsiniz ama beğenmezseniz benden duymuş olmayabilirsiniz başlığı altında söyleyebileceğim birkaç film daha var ki; Okan Bayülgen’li ‘’Kanal-i-zasyon’’ (bazı TV programlarını ti’ye aldıkları sahneler adına en çok izlenebilir), bir Polonya komedisi, dramı ‘’Dzien Swira’’ (ki takıntıların insan üzerindeki etkisi işlenmiş, iyi ki yalnız değilmişiz), ‘’Pride & Glory - Zafer ve Gurur’’ (polis - katil kovalaması biraz iyi oyuncularla, kanımca sıkıcı adımlarda) ‘’Testesterone’’ (sevdiği erkek yüzünden bilmediği başka bir ülkeye giden bir başka erkeğin test sürüşleri anlatılıyor) ilk aklıma gelenler.

Ve gece tören saatlerinde Elazığ’da bir deprem olduğu haberini aldık. Elbette keyfimiz kaçtı ve gelen haberleri de merakla izledik. Ve az önce öğrendim ki gece bıraktığım sayı bir hayli artmış; çok çok üzüldüm. Bir haftaya çok kötü başladı Türkiye; geçmiş olsun öncelikle ve de elbette kaybedilenleri geri getirmeyecek ama yaraların bir an önce sarılması temennisi ile. İyi haftalar.

4 yorum:

F.Gül Yanık dedi ki...

"Gripin ne kadar gerekli bir grupsa Hepsi de o kadar gereksiz bir grup."

Bu pazartesi, sendromdan beni çıkaran yegane cümle budur :)

"Albüm 96 sayfalık bir dergi ile sunulmuş, bir de poster varmış içinde, elimize aldığımızda ne demek istediklerini daha iyi anlayacakmışız."

Vah vah... Ben de yıllardır Hepsi'yi anlayamadığım, felsefelerine ulaşamadığım için kalbimde derin bir keder ile benliğimi kemiren soruların esiri oluyordum. Demek sonunda beklediğimiz açıklama gelecek haa... Sonunda Nirvana'ya ulaşıcaz demek ki... Minnettarım... Bu inanın uzay mekiğinin yeryüzüne inişinden bile daha heycanlı :)

Sakın anlatacakları bir şey olmadığından, çok boyutlu ya da derinliği olan bir grup oldukları sanılsın diye böyle bir 96 sayfalık açılıma gerek duyuyor olmasınlar :)))

Ama inşallah bu dergi çıkar da her pazartesi okur okur sendromdan kurtuluruz :)

Kadri Karahan dedi ki...

Hepsi bu kadar mı :) Yahu ne güzel kaptırmışsın, kopa kopa okudum :) ...

Estar Abi dedi ki...

Gone Baby Gone'u ben de listeme aldım. Ed Harris varsa izlenir zaten:)

Kadri Karahan dedi ki...

Yorumunu merak ediyorum şimdiden :) ...